
Yine aynı sesi duyuyordu, altmış yıldır duyduğu sesi. Nerdeyse hiç değişmemişti aynı kendisi gibi. Hafifçe uzandı ve ertele tuşuna bastı. Sanırım hayatta en çok zevk aldığı şeylerden biri de buydu, sabahleyin sadece ve sadece 5 dakika fazla uyumak. Gerçekten kendisini dinç mi tutuyordu yoksa başka birşey mi? Hayır, o sadece erteliyordu. İlk çalar saatini düşündü ilkokul ikinci sınıfa gidiyordu. Zaten hayatında ne olduysa o zamanlardan sonra olmaya başladı. Ha gayret okumayı öğren sonrası kolay dediler, okudu hem de çok okudu. Bütün okullarından birincilikle mezun oldu üniversitesini de başarıyla bitirdikten sonra her mantıklı insanın yaptığı gibi Amerika’ya okumaya gitti. Döndüğünde her şey tamamdı yani o öyle düşünüyordu. Bundan sonra hayatını yaşayacaktı ne de olsa yapılması gereken her şeyi yapmıştı artık yapması gereken küçük bir sahil kasabasına yerleşip sabah kızarmış ekmek kokularıyla uyanıp tavuklarının altından taze yumurtasını almaktı başka bir deyişle rahat etmekti. Ama dur önce bir askerliği yapıp düzgün birisiyle evlenmek gerekiyordu. Ha gayret dedi kendi kendine kur alarmını otuzbeşe ve söz ver kendine o yaştan sonra kendini hırpalamak yok. Ondan sonra çocuğunun onuncu yaşı geldi ne kadar da kocaman olmuştu kerata, dile kolay kendinden otuz yaş küçük bir delikanlı. Ben senin yaşındayken masallarını anlatmaya başlar başlamaz gözleri dolardı, çünkü çocuğu kendini hırpalamayacaktı gerekirse o çok sevdiği uykusundan feragat edip onun hayatını dilediğince yaşamasını sağlayacaktı. O da durmadı, bir sonraki günün telaşı bir öncekinin programına karıştı, hep araması gereken kişiler vardı, hep girmesi gereken toplantılar.
Yapmak istediklerini düşündü, bir de dününü. Gün doğmadan sevgilisinin öpücüğüyle uyanmak istiyordu, ama artık gözüne uyku girmiyordu o yüzden uyandırılmaya da gerek kalmıyordu. Sabahleyin taze yumurtasını yemek istiyordu, fakat doktor fazla kolesterol yüzünden yumurtayı da eti de yasakladı sadece mor, sarı ve beyaz haplar verdi. Tabi sarılardan yarım alınacak, hep unutuyordu işte. Öğlen kendi balığını kendi yakalamak istiyordu, ama artık değil balığı kendini taşıyacak gücü kalmamıştı. Akşamüstü ise arkadaşlarla eskileri hatırlarken tavla atmak isterdi ama ne arkadaşı kalmıştı ne de olanların hastalıklarını dinleyecek sabrı. Şimdi en büyük eğlencesi biriktirdiği eski paralara bakıp onlarla neler alınabildiğini hatırlamak olmuştu. En çok da 10 kuruşunu severdi, hep onu gösterip “Ben buna çok şey borçluyum, uğur param. Her nerede sıkıntıya girsem hep yanımdaydı. Taa Amerika’ya götürdüm bunu bütün hayallerimi bilir“ diyerek övünürdü. Oğlu da bu kadar çok sevdiği bu kadar iyi koruduğu parasının artık hiç bir işe yaramadığını, tedavülden kalktığını söylemez sadece o heyecanlı anlatışını seyrederdi. Yine o sesi duyuyordu. Hafifçe, geceleyin içmesi gereken haplarının arasından uzandı ve erteleye bastı, altmış yıldır her sabah yaptığı gibi.