***Bu yazı www.ozetkitap.com sitesinden Geleceğin Fiziği adlı kitap özetinden alınmış küçük bir parçadır. Kitap özeti şu linkten indirilip okunabilir. En kısa zamanda okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum
MAĞARA İNSANI KURALI
Bilişim çağıyla ilgili olarak yapılan pek çok tahmin boş çıktı. Sözde ofislerde kağıt ortadan kalkacaktı; insanların çoğu evden çalışacağı için şehirler boşalacaktı; internet tiyatro, sinema, TV ve radyoyu ezip geçecek, dolayısıyla geleneksel medya ve eğlence müzelik olacak ve çoğu kişi gezip görmekten bile vazgeçecekti. Fakat tam tersi oldu: şehir hayatı kalabalıklaştı; ofislerde kullanılan kağıt sayısı her zamankinden fazla; alışveriş ve turizm inanılmayacak derecede arttı. Sanal eğitim yol kat etti etmesine ama hala öğrenciler üniversitelere girmek için yarışıyor ve iş bulurken online diploma yerine gerçek diploma geçerliliğini korumakta. İnternet tüm medyayı değiştirdi ancak gösteri dünyası ışıldamayı sürdürmekte, hem de tüm ihtişamıyla.
Yapılan tahminlerin tutmamasının nedeni, insanların bu gelişmeleri büyük ölçüde reddetmesi. Bunu mağara insanı kuralı dediğim kurala bağlıyorum. Çünkü, 100 bin yılı aşkın bir süre önce Afrika’da ortaya çıkan ilkel insanların da tıpkı bizim gibi göründüğünü genetik ve fosiller kanıtlamakta. Beynimizin ve kişiliğimizin o zamandan bu yana pek değiştiği söylenemez. Yani büyük olasılıkla insan olarak isteklerimiz, hayallerimiz, karakterimiz 100 bin yıldır çok fazla değişmedi. Dolayısıyla hala mağara insanları gibi düşünüyoruz ve ne zaman modern teknolojiyle arzularımız çatışsa kazanan daima arzularımız oluyor. İçgüdüsel olarak bilgisayar ekranında kayan elektronlara güvenemediğimizden, lüzumsuz da olsa raporların veya yazışmaların çıktısını alıyoruz. Atalarımız gibi biz de yüz yüze görüşmelerden hoşlanıyoruz. Bu diğer insanlarla yakınlık kurmamızı sağlıyor. Ayrıca vücut dillerini okuyabilme avantajı sağlıyor. İnsanları yakından izlediğimizde ortak bir bağ kurduğumuzu hissediyoruz. Aynı zamanda gizli duygularını, akıllarından geçenleri anlama imkanımız oluyor. Çünkü maymunsu atalarımız da konuşmayı geliştirmeden binlerce yıl önce duygularını ve düşüncelerini iletmek için vücut dilini kullanıyordu. Vahşi doğada yaşarken insanoğlunun hayatta kalabilmesi rivayetten çok somut kanıtlara bağlı olduğundan hala duyularımızla algılayıp olan bitenden emin olmak istiyoruz. Ne olursa olsun, insanın kendi gözüyle görmesi, dokunması çok daha tatmin edici bir his. Benzer şekilde sanal turizmin gelişememesinin de nedeni bu. Mesela Taj Mahal’in veya Mısır piramitlerinin sadece resmini görmektense, bire bir kendisini görüp bununla övünmek bambaşka bir tatmin. Ya da çok sevdiğiniz bir müzisyeni CD’den dinlemenin verdiği keyif, konserde canlı dinlemenin yarattığı coşkulu hazzın yanında yavan kalır, öyle değil mi? İnternetten yığınla fotoğraf ve film indirebiliyorken insanların yine de ünlüleri görmek için sıraya girmeleri veya sinemalarda kuyrukların oluşması da bununla açıklanabilir. Üstelik avcı bir soydan geldiğimiz için uzun süre başkalarını seyredebiliyor ya da saatlerce televizyonun karşısında oturabiliyoruz. Ancak birinin bizi izlediğinin farkına vardığımız an hemen tedirgin oluyoruz. İzlemekten çok hoşlanmamıza rağmen izlenmek rahatsız edici geliyor. Yabancı gözlerin uzun süre üzerinde olması insanı huzursuz ediyor, bazen saldırganlaşanlar bile oluyor. Bunun altında yatansa, av olma korkusu ve hayatta kalmak için savunmaya geçme dürtüsü.
Gelin, illa beş duyumuzla algılamak istememize Yüksek Dokunuş (High-Touch) diyelim. Aslında Yüksek Teknolojiyle (High-Tech) Yüksek Dokunuş arasında bitmek bilmeyen bir rekabet var. Uzanıp elimizle dokunmakla, ekrandan seyretmek arasında olduğu gibi. Tabii ki, tercihimiz ikisinin birden olması ve gelecekte de böyle olmasını istemeye devam edeceğiz. Fakat seçim şansı verilse, mağara insanı gibi Yüksek Dokunuşu seçeriz. O yüzden siber uzay ve sanal gerçeklik çağında hala canlı konserlerin, gösterilerin biletleri kapış kapış. Mağara insanı kuralı internetin diğer medyayı silip geçeceği tahmininin boşa çıkmasını da açıklıyor. Radyo ve sinema ilk çıktığında insanlar tiyatro yok olacak diye hayıflanmıştı; TV çıktığındaysa radyo ve sinemanın yerini alacağı düşünülmüştü. Fakat şu anda tüm bu medyaların bir karması içinde yaşıyoruz. Bundan alınacak ders, bir aracın bir öncekini tamamen ortadan kaldırmaktan ziyade, yan yana var olabileceği veya iç içe geçebileceğidir. Bu medya araçlarının arasındaki ilişki sürekli değişim geçiriyor. Bu karışımın gelecekte tam olarak nasıl şekilleneceğini öngörebilenlerin servet sahibi olması kaçınılmaz.
1960’larda internet ilk kurulduğunda eğitim, bilim ve ilerlemeye yönelik bir platforma dönüşeceğine inanılıyordu. Bunun yerine, çok geçmeden kural tanımayan vahşi batıya dönüp bugünkü halini alması pek çok kişiyi korkuttu. Ancak mağara insanı kuralını dikkate alırsak, bu beklenmedik değil, kuralın gerektirdiği doğal bir sonuç. İnsanların sosyal ilişkilerinin gelecekte nasıl olacağını kestirmek istiyorsanız, basitçe 100 bin yıl önceki sosyal ilişkileri düşünün ve milyarla çarpın. Demek ki; dedikodu, sosyal ağ kurma ve eğlenceye verilen prim/değer daha da artacak. Kabile kültüründe dedikodu ve söylenti, bilginin hızlı aktarımı açısından önemliydi. Özellikle liderler ve rol modeller hakkında kulaktan kulağa yayılıverirdi. Bunun modern hayattaki yansımasını da magazin basınında ve gözünü şöhret hırsı bürümüş kültürün yükselişinde bulabiliriz. Tek fark, dedikoduculuğun kitlesel medya tarafından aşırı derecede katmerlenmiş oluşu ve söylentilerin saniyesinde tüm dünyaya yayılabilmesi. Sosyal ağ websitelerinin aniden yaygınlaşarak genç girişimcileri bir gecede milyarderlere çevirmesi analiz uzmanlarını epeyce şaşırttı. Halbuki bu da aynı kurala başka bir örnek. Evrimsel olarak insanlık tarihinde geniş sosyal çevreye sahip olanlar yaşam için elzem olan kaynak, tavsiye ve destek almak için onlara yaslanabildiler. Ayrıca iletişim, tehlikeden korunmak için de vazgeçilmez bir unsurdu. Bu çevrimin dışında kalanlarsa, genelde genlerini bir sonraki nesle aktarabilecek kadar yaşamazdı.
Bunların üzerine gelecekte eğlencenin patlama yapacağını da ekleyelim. Her ne kadar bunu kabul etmek çoğumuzun pek hoşuna gitmese de insan toplumu, baskın biçimde eğlenceye dayalı bir kültüre sahip. Bunun da kökeni binlerce yıl önce avdan sonra ateş başına toplanıp ziyafet çekerek eğlenen atalarımıza uzanmakta. Bu yalnızca kabile üyeleriyle bağ kurmak için değil, aynı zamanda kişinin topluluk içindeki konumunu belirlemesi için de gerekliydi. Eğlencenin vazgeçilmezi olan dans edip şarkı söylemenin hayvanlar aleminde de hayati önem taşıması tesadüf değil elbet. Karşı cinse kendini beğendirmek, sıhhatinin yerinde olduğunu ve genlerinin aktarılmaya değeceğini göstermek için gerekli. Öte yandan sanat da sadece beğeniye yönelik oluşmadı. Sanat, bilginin çoğunu simgesel düzeyde kaydeden beynimizin evriminde önemli bir rol oynadı. Dolayısıyla, temel insan karakterimizi genetik olarak değiştirmedikçe, gelecekten beklememiz gereken, eğlencenin, magazin dedikoduculuğunun ve sosyal ağların büyük ölçüde artmasıdır.
***Bu yazı www.ozetkitap.com sitesinden Geleceğin Fiziği adlı kitap özetinden alınmış küçük bir parçadır. Kitap özeti şu linkten indirilip okunabilir. En kısa zamanda okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum