21 Ekim 2013

Naber Be

Bugün Büyük Ev Ablukada'nın email davetiyesi şeysi geldi, çok güzel yazmış adamlar ondan ben de paylaşasım geldi..

Naber be?
nasıldı bugün iş güç?
okul filan?
manita şekillerine devam?
veya yalnız uyumaklar?
kombiyi açmasak daha o kadar da kış gelmedi?
en son ne zaman bisiklete bindin?
evde mi yesen bu akşam?
olmadı yarın diyete başlıyor muyuz?

Bu arada bilmiyosanız BEA kimdir nedir şuna bir bak derim.. Bi de sonra sadece bi tanesini dinle böyle loop fln tarzı ol..



16 Mayıs 2013

Live Long and Prosper


Normalde devam filmleri pek iyi olmaz hatta "yaw ne var böyle devam filmi güzel olan" geyiği başladığında godfather 1 ve 2 tartışması bir de geleceğe dönüş aslında 3 film olarak mı yapıldı o zaman devam filmi sayılmaz mı tartışması bitmez.


Sanırım diğer devam filmleriyle - veya yeni moda olan "beginning" - karşılaştırıldığında Star Trek: Into Darkness hiç de kötü olarak göze batmıyor hatta baya coşmalı olmuş bence. (Alakasız bilgi; artık devam filmlerine 2 fln demiyorlar çünkü sinemaya gidenler filmin sonunda 2 gördüğünde ben ilkini seyretmedim diyip gitmiyolarmış böyle olunca gidiyolarmış. Bilinçsiz seyirci işte... ) Hatta o kadar coşmalı olmuş ki Spock'ı oynayan Zachary Quinto nerdeyse bir zamanlara damgasını vuran sivri kulan Kaptan Spock, Leonard Nimoy kadar bir taraftar kitlesi toplamış durumda. Değişiklikten nefret eden Sheldon Cooper bile nefret etmiyorsa yeni Spock'tan, baya olmuş diyebiliriz. Ben baya sevdim yani filmi kesin seyredin derim, 2009 yapımı olanı da 2013 yapımı olanı da.

Asıl ben yıllarca çok cool olarak yaptığımız o Spock'ın el hareketinin ne anlama geldiğini öğrendim, blogumu kasetten dinleyen (evet kasedi) 4 şanslı okurumla (evet 4) paylaşmak istedim. Hiç çevirmekle uğraşamıycam ondan direk wikipedia dan kopyalıyorum (evet wikipe.. çaaat #azalarakbit). Çok uzun okuyamıycam diyenler için de aslında Türkiye'de de kullanılan Selamin Aleyküm gibi bişeymiş adamın yaptığı, barış seninle olsun tarzıymış yani. Yılların cool Spock'ı han çaycısından çok da farklı bi adam diilmiş yani, yaa yaa...

------------------------------------


The Vulcan salute first appeared in 1967 on the Star Trek second season opening episode, "Amok Time". The gesture famously has a reputation for being difficult for some people to make without practice or the covert pre-positioning of the fingers, and actors on the original show reportedly had to position their fingers off-screen with the other hand before raising their hand into frame. This reputation may stem from variations in individuals' manual dexterity. This reputation is parodied somewhat in the motion picture Star Trek: First Contact when Zefram Cochrane, upon meeting a Vulcan for the first time in human history, is unable to return the Vulcan salute gesture and instead shakes the Vulcan's hand.

Blessing gesture that was the inspiration for the Vulcan salute
In his autobiography I Am Not Spock, Nimoy wrote that he based it on the Priestly Blessing performed by Jewish Kohanim with both hands, thumb to thumb in this same position, representing the Hebrew letter Shin (ש), which has three upward strokes similar to the position of the thumb and fingers in the salute. The letter Shin here stands for Shaddai, meaning "Almighty (God)". Nimoy wrote that when he was a child, his grandfather took him to an Orthodox synagogue. There he saw the blessing performed and was very impressed by it.
The accompanying spoken blessing, "Live long and prosper" (Dif-tor heh smusma in Vulcan language as spoken in Star Trek: The Motion Picture) also appeared for the first time in "Amok Time", scripted by Theodore Sturgeon. The less-known reply is "Peace and long life." This format is similar to common Middle Eastern greetings (Salaam alaykum in Arabic and Shalom aleichem in Hebrew), meaning "peace be upon you", and its reply, "upon you be peace". An even more ancient variation can be found with the Ancient Egyptians: the blessing ankh wedja seneb, usually translated as "may he live, be prosperous, be healthy." William Shakespeare's Romeo and Juliet contains the line, "Live and be prosperous:and farewell good fellow."

13 Mayıs 2013

Blessed or Cursed

Ya aslında uzun uzun yazacaktım, böyle biraz Simpsons dizisi gibi ilk başta alakasız bir konu/hikayeyle başlayıp sonrasında asıl konuyu biraz komikli anlatıp, ama yine de derdimi anlatıp sonrasında yine biraz alakasız bir şekilde asıl konudan örnekle bitirecektim. Ama sanırım insanlar blog yazılarımı okudukça daha güzel şeyler çıkarmam gerekiyormuş gibi geliyor o zaman da bir nevi yazar tıkanması yaşıyorum (oha kendini yazar sanmaya başladı) Ondan dolayı hiç uzatmadan hikayesiz fln yazıyorum isteyen istediğini anlasın.



Bir çok insan hep ne kadar şanslı doğduğundan övünür veya ne kadar şanssız doğduğundan yakınır durur, ben çoğunu dinleyip aslında tam tersi olduğunu düşünüyorum bu şekilde söylenen insanlar için. Yani şimdi iyi bir eğitim görme şansı olan, düzgün yerlerde yaşamış, iyi bir kültür alan birisinden bunların hiç birine sahip olamamış insanlara nazaran çevresine daha fazla katkı yapmasını bekliyorum. Aslında kendisini şanslı gördüğü şeylerin onun için bir nevi lanet olduğunu düşünüyorum. Çünkü bana kalırsa, hep çevremdekilere dediğim gibi, elinde katana varsa onunla domates kesmeyeceksin. İlla ben hayatım boyunca domates kesçem diyosan o zamanda hiç katanaya girişme cep çakısı yeter sana.

14 Şubat 2013

İnsanların Eylemsizliği



Bu aralar acaip bir şekilde Sherlock Holmes'a takmış durumdayım. Zaten küçüklükten beri çok severim kendisini gerek tarzı, gerek herşeye obvious (çok bariz?) diyerek açıklaması vs fln hastasıyım kendisinin. Şimdilerde de önce filmleri, sonra BBC'deki Sherlock dizisi, şimdi de Hollywood uyarlaması Elementary'ye acaip coşuyorum. Hatta belki 8 sezon sonunda diziye yakışmayan bir finalle biten House da sayılabilir. Ben şimdi bunları karşılaştırmayacağım, onu zamanında yazıhane'de yapmışlar, bi bakın ona da isterseniz.

Geçenlerde nasıl Sherlock yeteneklerine sahip olursunuz diye bi yazı okurken farkettim ki, ben de aslında farklı bir şekilde observe and deduce yapıyorum - yok canım kendimi Sherlock'la fln karşılaştırmıyorum, o kadar da haddimi aşmıyorum :) - benimki daha çok insanların eylemsizliği üzerine. Newton usta der ki, "bir cisim üzerine etkiyen dış kuvvetlerin bileşkesi (net kuvvet) sıfır olduğu zaman cisim hareket durumunu değiştirmez", Moris usta der ki "insanlar çevreleri çok büyük değişiklik göstermediği sürece kendi durumlarını değiştirmez". Aslında bunun başka bir adı da tutarlılık, insanlar tutarlı olmaya meyilli varlıklardır da diyebiliriz aslında.

Mesela en çarpıcı örnek bence birisinin spora gitmeye/rejim yapmaya başlaması için ya sevgilisinden ayrılacak, ya da çevresinden birisi spora başlaması gerektiğini ima edecek bi şekilde - dolaptan aldığı pantalona sığamamak da büyük etken. Tabi aslında insanlar da bunun farkında olduğu için kendilerine bu değişimi tetikleyecek mihenk taşları belirlemeye çalışıyorlar; yılbaşı olsun, doğumgünleri olsun, bu zamanlarda resolution belirleyip hayatlarındaki eylemsizliği değiştirecek büyüklükte bir şey olmasını diliyorlar. Fakat ne yazık ki hepimiz farkındayız ki yeni yıl isteklerinin %90'ına uyulmuyor ve hiç bir zaman ülke/iş/hayatındaki insan değişikliği kadar büyük bir tetikleyici olamıyor. Tabi bunlar benim hemen ilk aklıma gelenler, başka da çok tetikleyici vardır.

Bu arada bana kalırsa tutarlı olmak en zor erdemlerden biri olabilir, çünkü insanlar çoğunlukla yeni girdiği ortamlarda daha önce yaptıkları ama sevmedikleri (cool bulmadıkları/aptalca) huylarını hiç yapmıyorlarmış gibi hatta büyük ihtimalle tam tersi şekilde anlatabiliyorlar. En basitinden sabah kahvaltıda nasıl yumurta istediklerinden, işteki dosyaları düzenlemeye veya sevdikleri yemeklerden, sabah veya akşam insanı olmaya kadar değişebiliyor. Fakat bir süre sonra bu yeni edindikleri huylardan da sıkılıyor insanlar ve eskiye dönmek istiyorlar ama çoğunlukla sadece tutarlı olmak adına sevmedikleri huylarına devam ediyorlar, ta ki hayatlarında eylemsizliklerini tetikleyecek yeni bir şey olana kadar. Aslında bana kalırsa bazı insanların sürekli olarak hayatlarına yeni tetikleyiciler sokuyor olması da, kendi içlerindeki tutarsızlıklarla yaşayamamalarıdır. Ve bu kalibrasyonu da biraz aslında Dumped Sine Function'a benzetebiliriz, sonsuza giderken kesinlikle doğru yolu bulup tutarlı olacaklar insanlar ama temennimiz sonsuza varmadan insanların tutarlı olmak isteyecekleri huylara tutunuyor olmaları - bi de kuzucuklarım desem tam olacakmış :))


Damped Sine Function

Neyse son olarak benim observe & deduce yöntemimi anlatayım bi de, ben de çevremdeki insanların hayatlarına baktığımda eğer birşeyler değiştiyse acaip kıllanıyorum ve nedenini arıyorum, mantıklı bir neden bulana kadar pek rahatlayamıyorum da. Biraz zeka sorusu çözmeye benziyor; pattern bul, farklı olanı bul, sonra tetikleyecek nedenleri bul, hangisinin en olası olduğunu bul, test et o doğru neden mi diye, bulana kadar devam :)))

11 Şubat 2013

Moris'in Blogu


Bundan yaklaşık 7 yıl önce bu blogu zamanında MSP (Microsoft Student Partner) programındayım diye yalandan 2-3 şey yazarak açmıştım. Hatta ilk başta ingilizce yazmıştım sonra o da çok zor geldi 4-5 ayda bir yazdığım (biraz daha uzun süreli aralıklar olmuş olabilir tabi :) bir yer haline dönüştü.

Genel olarak blogun değişimi şöyleydi; ilk başta eyyam, kurumsal kelimeler fln bol bol, sonrasında biraz daha katkım olması lazım okuyanlara diyerek öyle ders verir şekilde yazmaya çalışmışım - hatta 2 tane kitap okup twitter da girişimciyim ben diye geçinip tavsiye verenler gibi yazdığım bi yazı bile var. Neyse şimdilerde yani şu son 6 aydır fln cidden neler oluyor neler bitiyor çevremde onları yazıyorum.

Övünmek gibi olmasın - zaten kim niye övünsün böyle bişeyle - çevrede olan şeylere bi garip bakıyorum ben (böyle şaşı gibi fln ehehe) ve aslında elimden geldiği kadarıyla çevremde olan salak ama tam olarak dile dökmediğimiz şeyleri yazmaya çalışıyorum.

Ama şimdi de şöyle bi sıkıntı oldu, zamanında yaptığım door-to-door marketing sonuç verdi ve artık ayda 8 kişiden (6 sı bendim), ayda 200 kişiye fln çıktı blogun trafiği. Tabi bu başarı gibi gözükse de bu girenlerin çoğunun kim olduğunu bildiğim için, yazar burada şuna gönderme yapmıştır demelerini istemiyorum çoğunlukla. Ben aslında burada baya seni yazıyorum (büyük ihtimalle gereksiz salak bi hareketini) veya seninle onun hakkında konuştuğumuzu yazıyorum veya geçen beraber seyrettiğimiz şeyin benim aklıma getirdiğini yazıyorum. Böyle bir üstlenme, gereksiz pay çıkarma moduna girmeye gerek yok.

Neyse işte yazıyorum ben böyle kenara, sen arasından seç, beğendiğini oku, yorum yap, paylaş...  Takıl yani...

PS: yazının başlığının SEO ile uzaktan yakından alakası yoktur, kesinlikle amacım Google'da Moris'in Blogu yazınca en başta çıkmak değildir :)))


30 Ocak 2013

Şimdi Sen Kaç Oldun??


Bu aralar çevremdeki insanların yaşlarını tahmin etmekte çok büyük zorlanıyorum. Benim yaşımdaki çok insanda da aynı sorun var sanırım, özellikle 2000 doğumlu sonrası insanları kafamızda pek canlandıramıyoruz ama kendileri şu anda 13 yaşına geldiler yakında hayata atılacaklar. Biz hala yok canım o yılda kimse doğmuş olamaz diyoruz.

Eskiden çok daha iyi tahmin yapardım, tabi bunun birkaç nedeni var; öncelikle küçükken 1-2 yaş bile çok farkederdi ve hemen değişimi anlardın, sonrasında 3-4 yaş büyük veya küçük abi/abla/kuzen karşılaştırma yapmakta çok yardımcı oluyordu. Mesela gördüğün birisini bu bilmemne yle aynı yaştadır heralde diyip çok daha rahat tahmin yapabiliyordun.

Ama şimdi fena bitmiş durumdayım, özellikle kadınların yaşını tahmin konusunda acaip batırıyorum. Hani iltifat etmek için 3-4 yaş küçük söylersin ya kadının yaşını tahmin et dediklerinde, yahu bi insan her seferinde mi gerçeğinden 2-3 yaş fazla söyler ama her seferinde yaa... Sonra da toparla toparlayabilirsen, yok aslında o da güzel bişey, yok aslında o kadar mantıklı konuşuyosun ki o yaşta olacağını tahmin etmedim. At atabildiğin kadar ama boktan yani, çeviremezsin de...

Tabii ben de bunun üstüne düşündüm ve şam fıstığı teoremimden sonra bloguma Şimdi Sen Kaç Oldun teoremimi yazıyorum - bak teorem diyorum teori fln değil. Şimdi 22-24 yaşından itibaren dış görünüş ergenlikteki kadar çok değişmiyor ya ondan dolayı insanlar kendi yaşlarını ve nasıl göründüklerini unutuyorlar. Böyle olunca 28 yaşındaki birinin karşısına 27-28 yaşlarında biri geliyor bakıyosun kıza bi de kendi görüntünü düşünüyosun (ama tabi 22-24 yaşındaki halini) diyosun ki bu kız benden 5-6 yaş büyük e o zaman hoop oluyo mu 34 yaşında hadi buffer koydun biraz 30 yaşında dedin. Sıçtın yani çok fena.

Neyse bu teoremden sonra uzun süredir yapmadığımız üzere bir nerd show la bitirelim yazımızı:

Ali'nin yaşı 10 yıl sonra oğlu Ahmet'in yaşının 4 katı olacaktır. Ali 27 yaşında olduğuna göre şu anda nerelerde olması beklenir??

(Geyik gibi gözüküyor ama gerçek soru, az bi düşünün yorum fln yazın bulursanız)


17 Ocak 2013

Hı Hı Biliyorum Onu!


"Ya afedersin, bilmemne binası nerde biliyo musunuz", amca önce sağa bakar sonra soluna bakar, hafifçe kafasını kaşır, sonra da "ya çok emin değilim ama şu ilerden sağa bi dön sonra bi 10 dk sonra tekrar sor oralarda olması lazım". Ve işte bittiğin an budur, büyük ihtimalle amca hayatından 30-45 dk arası yedi ve gitmek istediğin yere ya ulaşamayacaksın ya da olmak istediğinden çok daha geç ulaşacaksın.

#sadecetürklereözgü diye bişey demiycem ama hakkaten bizde çok oluyor böyle şeyler. Belki de ilkokulda bilemedin otur sıfırcı hocalardan dolayı her sorulan soruya bi şekilde cevap vermek zorunda hissediyoruz ve bu şekilde aslında karşındaki insanın da hayatından yiyorsun. Bu cevap verme sorumluluğu hissetmek çok fena bişey, mesela amca sırf orada yaşıyor diye bu bilmemne binasını bilmek zorunda olduğunu hissediyor veya çok dışarıda yemek yiyorsun diye her yeni açılan yeri bilme zorunluluğu hissediyorsun.

Bazen benim de benzer (acaip zor) sorumluluklarım varmış gibi hissediyorum, mesela teknoloji şirketinde çalışıyorum diye teknoloji ile ilgili bütün gelişmelere hakim olmam gerekirmiş gibi sorular alıyorum. Ama teknoloji diyorsam da keşke internetle ilgili olsa sadece, yeni websitelerinden, donanımdaki gelişmelere hatta bir kere birisinin gözlerimin içine baka baka anlatmasından dolayı enerji sektöründeki teknolojik bir gelişmeyi bilmiyorum diye kendimi acaip suçlu hissetmiştim.


Bu sorumluluklar yaptığınız iş dışında hobilerinize de giriyor, özellikle Apple'in bunu da kullanarak çok yerinde hareketler yaptığını düşünüyorum. Crossing the Chasm kitabını duymuşsunuzdur belki, yukarıdaki grafikte de görebileceğiniz gibi pazarlamacılar innovatorları hedefler sonrasında iyi ürün vs vs le main stream e ulaşırlar ve parayı kırarlar gibi şeylerden bahsediyor. Fakat bana kalırsa Apple'in yaptığı şu; kullanıcılarına o kadar ürünü sevdirip üründen sorumlu hissettiriyorlar ki sonrasında bu kullanıcıların hepsi bütün güncellemelerden haberdar olmak yeni ürün çıkıp çıkmadığını takip ediyor ve bunu da diğer insanlara karşı savunma sorumluluğunu hissediyor. Sonrasında da bu kullanıcılar power user oluyorlar ve innovators kısmı çok daha büyüyerek ve yukarıdaki grafiği bozarak  neredeyse majority haline geliyorlar.

Neyse yine nerden nereye geldik, kısaca diyeceğim şudur; bilmiyosan bilmiyorum de sıkıntı yok hakkaten. Takmayız biz o kadar, gel konuşalım tartışalım çözeriz onu zaten bi ara.

10 Ocak 2013

You Are Not A Unique Snowflake

Facebook'da sizin de farkettiğiniz şöyle bi kafa var ya "benim en sevdiğim filmleri hemen facebook ta likelarım, itörnıl, fayt klab ve şawşenk." Popülerse patlat ben de çok seviyorum diye kimse de sordu mu acaba Eternal Sunshine of the Spotless Mind (kısaca itörnıl) sonunda noluyo belki sürekli yine kavga ediyolar ve aynı loopa giriyolar paso. Beyin silinmekten yalama oluyor, yanıyor fln...


Neyse yine başka bişey anlatacaktım pis geyiğe sardım; yukarıdaki sahneyi bilmem hatırladınız mı Fight Club'dan. Her ne kadar benim anlatmak istediğimle fight club da kullanılan tam olarak aynı olmasa da baya benzer bence. Şu aralar insanlarla konuştukça herkesin kendi problemini çok özel ve daha önce başına gelmemiş sanma ruh halinde olduğunu görüyorum. Bana kalırsa aslında orta okulda gördüğümüz birbirinden farklı gibi gözüken matematik sorularından farklı değil yaşadıklarımız.

Sen Ali'yle Ayşe'nin yaşları farkını bulduğun soruda isimleri değiştirirsen, karşına benzersiz bir soru çıkıyor gibi gözüküyor ama aslında önceki sorudan hiç bir farkı yok. Çevremde yaşayan insanların konuştuklarına bakınca en karmaşığı yaş problemi (iş hayatı), havuz problemi (aşk hayatı), işçi problemi (aile hayatı) bulunduran bir soru gibi geliyor. Bir çok benzer olayın bir araya gelmesinden oluşuyor sadece, ki herkes bilir ki bunu sadece dünyanın en gıcık egolu matematik öğretmenleri yapar.

Bütün problemleri aynı matematik sorusunun içine koyunca ilk bakışta hiç çözülemez gibi geliyor ve bir çoğumuzun yaptığı gibi soruyu boş bırakıp geçiyoruz ama aslında parçalara ayırınca ve daha önce çözdüğün sorulara olan benzerliği farkettikçe tıkır tıkır çözüyorsun aslında.

Tabii ki bazı kişilerin sorunları çok farklı ve hakikaten benzersiz olabiliyor ki onlar için de bu sene Tübitak hazırlamış soruları diyoruz :)